Nadya Şems
Üç yaş altı çocukların kaldığı yuvalar medyada oldukça az ele alınmıştır. Bu merkezlerin ihaleye verilmesi durumun daha da kötüye gitmesine neden olmakta. Aşağıdaki metin İran’ın Batı bölgelerinde bulunan bir şehrin bebek yuvalarında çalışan bir görevlinin yaşadıklarını anlatmaktadır.
Bir:
Tutuklu mu gardiyan mı? Ben 0-3 yaş grubunun gardiyanıydım, ama sıfır noktasında takılıp kalmıştım. Tutuklularım beni tanımazdı. Sadece sersem bakışlarla bana ve beyaz duvarlara göz dikerdi. sanki hep sadece bu parmaklıklı beşikler varmış, bir de duvar bir de ben.
Ben üç saatlik denilen odanın görevlisiydim. Bu odada yeni doğmuş, her üç saatte süt içmeleri gereken, aksi taktirde tansiyonları düşecek ve bunun ölümelerine bile neden olabilecek çocuklar bulunur. Ben onları ancak tuvalet ihtiyaçları için yerlerinden ayırabilen ve bunun dışında hiçbir yetkisi olmayan Üç Saatlik Odanın bakıcısıydım.
Gece nöbetinin ikinci üç saatlik nöbetçisiydim. Gece yarısını azcık geçe, çocuklarım plastik süt şişelerle emzirilmek için beni beklerdi. 20 bebek belli aralıklarla iki güçsüz ellerimden süt içerdi. Gece yarısı 20 bebeğin aynı anda hıçkırığını hiç duydunuz mu?
Bu çocukların gözlerinde sevinç duygusunu parlatacak tek doğrudan dokunuş, bezlerini değiştirken olabilir. O an cansız bir nesne olmadıklarını anlıyorlar. Yerlerinin değiştirilmesi ve musluk altında ciltlerini okşayan su gözlerinde insani bir bakışın ışıltısını parlatır.
Çocuklarım adsız, sansız, kimliksizdir. Bensiz kimse onları tanımaz ve istemez. Bir oy sesiyle onu dönüp bakar ve bir uy sesiyle yirmisi ağlamaklı olur. Saatlerce dikkatle onlara göz dikip oynadıkları en değerli oyuncakları, parmaklarıdır.
Beş parmak ve sonrası, bakıcının odada yankılanan ayak sesleri, beyaz üniformalar ve beyaz duvarlar. Onlar sadece beyaz olan şeyleri hatırlar. Söyledikleri ilk kelime ise anne değildir.
Sıfır numaralı bebeğin annesi bekar bir kız. Bir erkeğe sevdasında çocuğu buraya düşmüş. İntihar etmek istese de çocuğuna tutunarak vazgeçmiş.
Bir numaralı çocuğun annesi kocasını kaybetmiş dul bir kadın. Kocası öldükten sonra hamile kalmış, hamileliğini nasıl saklayacağını bilememiş. Dokuz ay bir arkadaş evinin bodrumunda saklanmış, kaç kere çocuğu aldırmak istese de çocuğun bu dünyada ömrü varmış.
Üç numaralı çocuğun annesi on yedi yaşında bir kız. “Aman kötü arkadaş elinden” dediğinde gözleri dolar.
Bir numaralı bakıcı, artık annelik yaşlarını geçirmiş menopoz bir kadındır. Her iş yaptığında kendisine ve eve götürdüğü ekmeğine küfreder.
İki numaralı bakıcı, bu beşikler ve parmaklıklar arasında büyümüş bir çocuktur. sanki hala kendisini koruyacak gücü yoktur ve şimdi de kaderi çocukluğunu ve unutmak istediği her şeyi gözlerinin önüne sermiştir.
İki:
Bu günlerde karantina kavramıyla hepimiz az çok tanıştık. Bazıları uzun yıllardır bu kavramı yaşamaktadır. Rehabilitasyon ve Çocuk Esirgeme Kurumu, Kuruma bağlı veya hayır kurumlarına bağlı yuvalardaki çocuklar bunlardan sayılır. Bu merkezlere girişlerinden itibaren karantinayı metal yataklar ve parmaklıklı beşikler arasında yaşamaktalar.
Yetkililer tarafından Zararlı Ebeveyn Çocuğu olarak nitelendirilen bebekler annelerinden alınırarak geçici adlandırılan bakım evlerine götürülür ancak genellikle üç senenin tamamını o soğuk ve geçici alanda geçirirler. (Not: Zararlı Ebeveyn Çocuğu derken aslında evlilik dışı ilişkiler sonucunda doğan çocuklar kast edilmektedir.)
Çok sayıda çocuk, kimliklerinin oluşmasında en önemli sayılan yaşlarını, dar odalar ve metal beşiklerde geçirir. Çoğu sayıda bebek ve genellikle bir günlükken annesinin uyuşturucu bağımlısı veya babasının belirsiz olmasına dair hastanenin raporuyla 123 Çağrı Merkezi ekipleri tarafından alınırlar.
Ama sorun şu ki, çocuğuna bakabilmesi ve çocuğun aile ortamında büyümesi için neden anneye veya aileye yardım edilmemektedir? Çocuğunu geri alan anneler ise sonraları kuru süt gibi yardım almaya başvurdukları zaman kötü muamele görmekteler. Çocuğunu geri almak için başvuran anneler ise gidip de bir daha dönmeyecek kadar kötü muameleye ve aşağlanmaya maruz kalmaktalar. Sanki bu kadınların çocuklarının yanlarında olmaları, onları büyütmeleri ve çocuklarına yürüme ve konuşma gibi ilkel şeyleri öğretmeleri için hiçbir tedbir ve program yoktur.
Bu bebekler üş yıl boyunca dış dünyayla en ufak bir temasları olmaksızın, 2˟3’lük metal beşiklerde tutuluyor. Bu merkezlerde bulunan çocuklar üç sene boyunca aşı yaptırma ve şanslıysalar hastalanıp doktora götürülme dışında, beşikten çıkmalarının nadir bir durum olmasından dolayı, konuşma ve hareket etme kabiliyetlerinde sorun yaşamaktalar. Çoğu bu koşullarda stres ve havaleye yakalanır, süreki kusar, bağırır ve genel anlamda dış dünyayla karşılaşma kabiliyetini kaybeder. Sürekli aynı davranışlar ve hareketleri tekrarlar. Beşiklerin sorasına baktığınızda kendi elleri ve parmaklarına göz dikmiş bir sürü bebek göreceksiniz. Sahip oldukları şey sadece elleridir. Bazılarının kafa tası başlarını yastığa koydukları yerde düzlük oluşmuş, gözleri ise bir kaç saniye önce yerinden fırlamış gibi. Daha büyük olanları, saatlerce beşiğin içinde emekleyerek el-ayağını hareket ettirir ve kafalarını parmaklıklara çarpar. Daha da büyük olanları yataktan inmeye çalışır. O beşiklerde onlara yemek yedirilir ve bezleri değiştirilir. Bu çocuklar için yapılan tek şeydir. Gerçi artık çalışma kapasitesini kaybeden, doğru düzgün olanaklar olmaksızın uygunsuz bir ortamda çalışmakta 30 yılını veren, artık bir şeyi tutamaz hale gelen titreyen ellerin sahibi olan yaşlı kadınlar için bu bile fazladır.
Bu merkezlere getirilen yeni çocuğun, ilk başta saçları traş olur ve ardından en ufak bir temas olmaksızın başka çocuklarından ayrı bir alanda bir yatakta tutulur. Birkaç gün çocuğa hiçbir ilgi gösterilmez. Çocuk sürekli ağlar, bağırıp-çağırır ve sonunda uykuya dalır. Birkaç gün geçtikten sonra artık ağlamaz ve sesi çıkmaz ve o zaman artık onun diğer çocukların yanına yerleştirme zamanı gelmiştir. Çocuk şanslı olursa ve bir bakıcının gönlünü kazanırsa, o bakıcının nöbet saatlerinde ilgi görecektir. Ancak bakıcıların sürekli değiştirildiğinden dolayı, çocuklar daima ayrılma kaygısı yaşamaktalar. Mümkün olduğu durumlarda bazen çocuklar oyun odasına götürüldüğünde, bakıcı yetmezliğinden tüm yaş grupları beraber götürülür ve büyük çocukların küçükleri dövdüğü ve başını yüzünü morarttıkları defalarca görünmüştür.
Çocukların hepsi, geçmişlerine bakılmaksızın merkezlere getirdiklerinde tecavüze uğrayıp uğramadıklarının tespit edilmesi için adli tıpa sevk edilir. Bu onlar için çok zor ve ağır bir tecrübedir ve uzun süre bu konuyla ilgili konuşurlar ve korkusunu taşırlar.
Rehabilitasyon ve Çocuk Esirgeme Kurumuna veya hayır kurumlarına bağlı yuvalarda çocuk bakıcılığı zor işler arasında sınıflandırılmıştır. Çünkü çocuk bakıcılığı özelliklede bebek bakıcılığı devamlılık gerektiren bir iştir ve bir anlık gaflet bir çocuğun hayatını değiştirebilir. Kurallar uyarınca personelin üç yılda bir çalışma merkezinin değiştirilmesi gerekmektedir ancak bu sorumluluğu üstlenmek isteyen kişinin sayısı çok azdır. 0-3 yaş grubu çocuklara özel yuvalar Rehabilitasyon ve Çocuk Esirgeme Kurumu personeli arasında sürgün bölgesi olarak anılır. Başka merkezlerde çalışanlar cezalandırıldıklarında bu yuvalara tayin edilir. Bakıcı sayısının az ve çocuk sayısının fazla olmasından dolayı çocuklara süt verme ve altlarını değiştirme bile büyük bir sorun sayılır. Bakıcının asıl görevinin sadece çocuklara bakmak ve onları eğitmek olması, süt verme ve bez değiştirme gibi hizmetlerin yardımcı bakıcı tarafından yapılması gerekmekse, uygulamada böyle değildir. Kurallara göre her bakıcının 6 çocuğa bakması gerektiği halde bazen 24 saatlik nöbetlerde 2 kişi 50 çocuğa bakmak zorunda kalır. Demek ki sadece her çocuğu yıkayıp, altını değiştirsen ve ona süt versen, sonuncu çocuğa geldiğinde yeniden başa dönmen gerekecektir. Bir çocuk hastalanıp hastanelik olursa bir bakıcının beraberinde bulunması gerekir. bu durumda çok sayıda çocuk bakıcısız kalacak ve diğer personelin onlara bakmaları gerekecektir. Çoğu zaman bakıcının mesai günü olmadığı halde ek bir maaş verilmeksizin, zorunlu olarak hastanede bir çocuğa bakmaya görevlendirildiği olur. Özellikle sözleşmeli personel mesai günlerinin dışında hastaneye gidip çocuklara bakmaktan kaçındıklarında, işten atılmakla tehdit edilir.
Üç
Bu merkezlerde çocuklarla temasta olan tüm personel kadınlardan oluşmaktadır. Yaklaşık 30 sene bakıcılık yapan eski bakıcılardan biri: “Böyle bir ortamda çalışmaya devam edebilmek için acımasız olman gerekir. Bu çok zor bir iştir. Kendini feda etsen bile, yine de bu çocuklara kendini borçlu hisedersin. 20 çocuğa nasıl şefkat gösterebileceksin ki?
Eski bakıcı: “Müşahade altında olan çocuğa refakat etmek için hastaneye gittiğimde, hemşireler halime üzülürdü. Çünkü tıbkı bir anne gibi sabahlara kadar uykusuzluk çekip sana emanet edilen çocuklarla bakman gerekiyor, bu işi hiç bir erkek görevli bir gün bile yapamaz. Bazen o kadar yorgun ve çaresiz kalıyorsun ki, başka hiç bir şeyi düşünemiyorsun. Bizim her birimizin özel hayatımız ve çocuklarımız var ancak sadece yorgunluklarımızı onlara götürüyoruz.” diyor.
Bakıcı, bebek yuvalarının daha iyi bir durumda olduğu zamanları hatırlayıp: “Bu merkezin büyük bir bahçesi vardı. Eskiden bebekler dışında daha büyük çocuklar da vardı. Merkezin içinde özel çocuk yuvası bile vardı. Kendi çocuklarımızı da getirirdik ve bu çocuklarla beraber büyürlerdi. Akşamları çocukları bahçeye götürürdük, komşu mağazalar bize ve çocuklara dondurma alıp gönderirlerdi. Biz de hep beraber dondurma yerdik. Bahçe ağaçlarla doluydu ve dışarda göz alabildiğince yeşil ağaçlar görünürdü.” diye anlatıyordu.
Eski bakıcı sözlerine: “İnsanın temiz havaya ve çevresndeki insanlarla iletişim kurmaya ihtiyacı var. Bu çocukların sağlıklı olmaları için bahçede koşmaya ve 1-2 saat güneş almaya ihtiyacı var. Ama doğru düzgün bir bahçede nefes almaya bile izinleri yoktur. Bakıcıların sayısı az iken, çocukları tek bir bakıcıyla bahçeye bırakmama konusunda bir bakıma haklılar. Çocuk 24 saat küçük odalarda, kapalı alanlarda yada demir yataklarda uyuyor. Ya sersem gözlerini bir noktaya dikmiş veya kafasını beşiğin parmaklıklarına çarpıyor. Her zaman saklanan bazı çocuklarımız var. Burada bu konularla ilgilenecek bir psikolog bile yok. Bazen daha büyük çocukların yataktan atladıkları oluyor. Ve her defasında yeni sorunla karşı karşıya kalıyorlar. Bir keresinde çocukların birisi kendini yataktan attı ve şiddetle yere çarptı. Sonrasında öğrenmiş olduğu ve söylediği iki üç kelimeyi de unuttu ve artık konuşmadı.
Bir çocuk hastalandığında, ardından diğerleri de peşpeşe hastalanır. Çünkü hasta çocuğu ayırma ve karantina edilmesi için uygun bir alanımız yok. Havalandırmaya da dikkat edilmiyor. Bir çocuk doğumunun ilk gününde buraya getirilirse, üç sene boyunca yataktan hiç çıkarılmamış olabilir. Bir defasında 3 yaşındaki bir çocuk daha büyük çocukların yuvasına sevk edildiğinde, doğru düzgün yürüyemiyordu. Dış alanlardan korkup bağırıyordu. Hala bez bağlanırdı. İlkel insanlar gibi sadece bağırarak ihtiyaçlarını anlatıyordu. Bakıcı sayısının az olması nedeniyle çocuklara tek tek tuvalete gitmeyi, yürümeyi ve hatta konuşmayı oğretmek için zaman yetmiyor.
3 yaşlarını dolduran çocuklar özel sektöre ihaleye verilmiş başka bir merkeze sevk edilir. Orada durum daha kötüdür. Orada çalışan personel asgari ücretin altında çalıştırılıyor. Bir sene ve bazen daha fazla bir süre için sigortaları yaptırılmıyor. Aşçı, bakıcı, teknisyen ve danışmanları hepsi bu durumdalar ve aylık sadece 5 milyon Riyal (yaklaşık 17 Euro) maş alıyorlar. Bakıcıların da çocuklarla beraber tüm zamanları kapalı odalarda geçiriyor. Bir kere bizden zeka testi alındı, beş sene sonra aynı test tekrarlandı. Sonuçlar bu süre içersinde zeka oranımızın düştüğünü göstermekteydi. Emekli olanlar veya merkezden gidenlerin yerini alacak kimse yok. Son zamanlarda da hayır kurumu tarafından birkaç sözleşmeli personel işe alındı. Onlar da maşlarının düşük ve işin zor olması nedeniyle işten ayrıldılar.” diye ekledi.
Eski bakıcı özel sektöre devredilen yuvalarla ilgili şunları söyledi: “Genellikle oralarda durum daha kötüdür, bazı özel merkezlerin ya bahçesi yok ya da oyuncaksız küçük bir bahçesi vardır. Genellikle bu merkezlerde olan çocuklar, küçük yaşlarından beri depresyona kapılırlar. Özellikle doğdıklarından beri bu merkezlerde olanlar, odak sorunu yaşıyor ve okul yaşlarına geldiklerinde eğitim ders çalışamıyorlar. Genellikle okullar bu çocukların IQ’larının düşük olması bahanesiyle, okula kayıt yaptırmıyorlar. Tam o zamanda bu çocukların bazıları engelli çocuklar kategorisine alınır ve engelli okullarına gönderilirler. Genellikle de o şaskın durumlarını her zaman kendileriyle taşırlar.”
Bir ara engelliler merkezinde de çalışan bu eski bakıcı: “Engelli çocuk yuvaları daha çok tımarhaneye benziyordu. Işık almayan bir bodrum katı, hatta bahçesiz ve yataksız bir alandan oluşuyordu. Bir çocuğun özel bakıma ihtiyacı olsaydı o merkeze sevk edilirdi ve çoğu zaman bir süre sonra ölürdü. Çünkü o tek bir çocuğun özel bir hemşireye ihtiyacı vardı. Bakıcıların sayısı çok azdı ve aldıkları maşlar da bir o kadar azdı. Sadece gerçekten ihtiyacı olan insanlar bu işi yapmaya razı olurdu ve işlerini kaybetme kaygısından dolayı hiçbir itiraz etmiyorlardı.” diye söyledi.
Yaşlı bakıcı: “Bazen eskiden burada yaşayan çocuklar uzun yıllardan sonra bizi görmek için buraya geliyorlar, genellikle hala o şaşkın halleri yerindedir. Korkuyla doludurlar ve iletişim sıkıntısı yaşıyorlar.” diye ifade etti.
Çocukların bu yuvalara getirilmesinin asıl sebepleri ailelerinin yoksulluğu, madde bağımlılığı, gayrimeşru ilişki sonucu dünyay gelme gibi nedenler. Bu sorunların çözülmesi ve bu yalnız annelere destek verilmesi durumunda çocukların layık oldukları annelerinin kucağına dönmeleri sağlanabilir.
Bu yazı 20 Ağustos 2020 tarihinde www.meidaan.com sitesinde Farsça dilinde yayınlanmış, Hayat Sende Derneği Gönüllü Çevirmen Ağı aracılığıyla “Resmi Olmayan Resmiden Üstündür.” ilkesiyle Türkçe’ye kazandırılmıştır.