Bu yazıda, yazarın orjinal stiline sadık kalınmıştır.
Yaşadığımız ev suyu akmayan, elektrikleri kesik ve harabe durumdaydı. Üç kardeş yuvaya gideceğimiz o ilk gün bizi almaya SHÇEK (Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu) Ankara İl Müdürlüğüne ait, şoförün kullandığı minibüs, içindeki Sosyal Hizmet Uzmanı ile birlikte tam bir makam aracı edasında gelmişti kapımızın önüne. Bu durum o günkü içinde bulunduğumuz şartlar için ne büyük özendi.
Takvim yaprakları 20 Aralık 1994 tarihini gösteriyordu. Ankara ayazı ile meşhur şehrimizdir. O gün de kar vardı. Bembeyazdı her yer. Masalsı bir güzellikte, umut dolu bir şekilde yola çıktık. Ankara’nın Keçiören ilçesinde konumlanmış Atatürk Çocuk Yuvası ve yuvanın anılarla dolu Pejo marka servisleri ile o gün tanıştık.
Yuvada ilk durağımız A blok idare katındaki Sosyal Servis birimi oldu. Ardından ben ve benden bir yaş küçük kardeşim A blok Orta kata, 4 yaşındaki küçük kardeşimiz D Blok orta kata yerleştirildik. Önce bize koğuşlarımızı, yatağımızı, dolabımızı gösterdiler. Ardından banyoya girdik. Evden ayrılırken üzerimizde getirdiğimiz kıyafetleri bir daha hiç görmedim. Geçmişimize dair hatıralardan başka hiç bir şeyimiz yoktu. Banyo yaptıktan sonra üzerime giymem için depodan, yeni yakaları lacivert, pembe bir elbise verdiler. Her kız çocuğunun hayallerini süsleyen güzellikte bir elbiseydi. Sonradan öğrendim ki, o elbise rahmetli BARIŞ MANÇO’nun yuvada kalan çocuklar için gönderdiği yeni yıl hediyelerinden birisiymiş. Rahmetle anıyorum. Ruhu şad olsun. Aciz makamdaki bütün insanlar gibi benim de çocuk yuvasındaki o ilk günümde, alınganlığımın tesellisi o elbise oldu.
Banyo faslından sonra ikinci rutin saç kesimiydi. Saçlarımızı kısacık kestiler. Evde kalırken bitlenmiştim fakat yuvaya gittiğimizde saçlarımızda bit var mıydı? Bilmiyorum. Tedbir amaçlı bir uygulamaydı. Evde kalırken ben ve kardeşlerim sadece bitlenmekle kalmayıp bir de uyuz olmuştuk. Rahmetli Mehmet Ali amcam dispanser doktoruna durumumuzu anlatıp, numune uyuz ilaçlardan almıştı. Bütün vücudumuza sürülmüştü o ilaçlar. Özellikle karın ve ellerimizin üzerindeki yaralara. Ardından kirli kıyafetlerimizi geri giymiştik. Temiz kıyafetlerde uyuz tekrar yumurtlar demiş doktor.
Ben yuvaya geldikten sonra bir daha hiç bitlenmedim. Ama arkadaşlarımın kafasından çok bit ayıklardım. İki elin başparmaklarının arasına koyar “çıt” sesi ile patlatılır…
Yazmak içinde sınırsız bir içtenlik barındırıyor. Söyleyebilmenin en münasip yolu. Uzun süre beklemiş bazı acılar uygun bir ortam bulduğunda önlenemez bir biçimde yüzeye çıkıyor. Tıpkı şimdi yıllar önce yaşanmış acıların dile gelmesi gibi.
SHÇEK arabası o gün beni çocuk aklımla, karnımı nerede, nasıl doyuracağım sorunsalından hızla uzaklaştırıp, düzenli bir yaşam ve bakım hizmeti vaat eden Atatürk Çocuk Yuvasına getirdiğinde mutluydum. Engelli bir aile içerisine doğmak neticesinde yaşadığımız yokluk ve yoksunluklar sonucu hurda toplayıp satar, karnımızı doyururduk. Çocuk yaşta öğrenmiştim; demir, alüminyum, kurşun ve sarının fiyatlarını. Çocuğun hakları var. Bir de alın yazgısı… Yuvaya gitmeden önce camilerden koca koca bidonlarla eve su taşımak zorunda kalmamız neticesi, çocuk ruhumuzla incinmiştim. Bu yüzden yaşanmışlıklarım yaşımızdan fazla.
Atatürk Çocuk Yuvasının Pejo araçları, o araçları kullanan şoförler, her defasında kurumdan ayrı bir sebep ile ayrılıp geri dönüşlerimiz, araç içinde öyle çok anılar yaşandı ki. Devrem olan birkaç arkadaşıma sordum: “Pejo servislerine dair siz ne hatırlıyorsunuz?” Çoğunun hafızasında topluca gidilen yaz tatilleri kalmış. Ne de güzel!
Bir arkadaşım, “Antalya’da bir otele kampa gitmiştik. Her birimiz bir animatöre aşık olup dönmüştük.” dedi.
Kurumlarda çok sayıda resmi prosedür uygulanır. Resmi araçla şehir dışına çakacaksanız valilik makamından olur almanız gerekir. Resmi bir yazı ile hangi ile gidilecek, gidecek çocukların listesi, görevli personeller, gidiş geliş tarihleri, araç plakası gibi bilgiler önceden hummalı bir çalışma neticesi bildirilir.
Yolculuk vakti geldiğinde bütün çocukların içi kıpır kıpır olurdu. Yuvanın Pejo servisine bindikten sonra çocuklar arasında yer kapma yarışı başlardı. Aracın en arka sağ ve sol cam kenarları VIP statüsünde sayılırdı. 10-12 kişilik bu araçların kapı önüne tekâmül eden geniş alan uzun yol yolculuklarında yorgan serip uyumak için en konforlu alandı. Aracın ön tarafı genelde görevlilerin yeriydi.
Bir tatil dönüşü yolda, Bolu otobanında, aracımız bozuldu. Kayış koptu dediler. Çekici çağırdılar. Merakla bekledik neler olacağını. 8-10 kız çocuğu, yanımızda Neslihan öğretmen ve sosyal hizmet uzmanımız Serpil abla, şoför Hüseyin abi var. Biz servisin içinde, servis Çekici aracın üzerinde çıktık yola. Pejonun direksiyonuna o yıllarda araba kullanmayı bilmeyen uzmanımız Serpil abla geçti. Bize Gırgır şamata oldu. Biz Bolu’da bir SHÇEK kurumuna misafir olduk. Araç sanayiye tamire gitti. Ertesi gün kaldığımız yerden yola devam ettik.
Yuvamızın tek aracı (2 Adet) Mavi Pejo servisler değildi. Bir de çok eski Serçe model makam aracı vardı. Üzerinde “Resmi Hizmete Mahsustur.” yazardı. Tedavülden kalkmış, klasik model tam bir müzelik araç.
Bir gün okuldan dönüyorum. Lise öğrencisiyim o yıllarda. Makam aracı kurumun bahçesinde yanımda durdu. Arka koltukta Kurum Müdürümüz Mustafa Hoca, bizim deyimimizle Müdür Baba var.
Kızım bak diyerek kucağındaki yeni doğmuş bebeği oğlu Onat’ı gösterdi. Beni önemsemesi o an mutluluğunu benimle paylaşması bizlere verdiği değerin nişanesiydi. Elime bir kalem verip BABA resmi çizmemi isteseler ben Mustafa Müdür Babanın resmini çizerdim. Bütün çocukların hayalindeki baba figürüydü o bizim için.
-Koca kız oldunuz dediği kızlarından birisi anlattı geçen gün; Odasına gider, Müdür babaya tavır yapardım, nazımla oynar arkamda dolanır, gönlümü alırdı. Çok hoşuma giderdi. Dedi. Mustafa Müdür Baba yaklaşık 40 yıl kurumlarda çalışmış işinin ehli bir Sosyal Hizmet Uzmanı. Dilerim işini AŞK ile yapan bütün Sosyal Hizmet Uzmanları yaptıkları işlerle yıllar sonra bu şekilde anılsın. Kötü örnekler görmedik değil. Ben iyileri dile getirmeyi tercih ediyorum.
Yuvamızın Mavi Pejolarıyla sadece tatillere gitmedik elbette ki. Ankara, Kızılay, Mithat Paşa caddesindeki Ziraat Bank Tiyatro ve Sinema salonu en çok uğradığımız sosyal faaliyet alanlarımızdandı.
Kurumdan araç çıkarken aynı gün üç-beş göreve gidebilirdi. Bir hemşire refakatinde hastaneye çocuk bırakılır, il müdürlüğüne imza için evrak götüren personel bırakılır, okula veli görüşmesine giden öğretmen bırakılır ve arkasından sırayla servis şoförü herkesi bıraktığı yerden toplardı.
Ülkenin kalbinde derin yaralar bırakan 1999 depreminde Mavi Pejo servislerimizle deprem bölgesine yardım götürmek için gitmiş, bölge halkının acılarına tanıklık etmiştik.
Atatürk Çocuk Yuvasının Mavi Pejoları ve Şoförleri (Rahmetli Kemal abi, Kamil abi, Bayram abi, Hüseyin abi ve diğerleri) her defasında farklı bir rotaya götürdü bizleri.
Ortaokul ikinci sınıfa geçtiğim yıl Devlet Parasız Yatılı Okulunu kazanmıştım. Kazandığım okul Adıyaman’da, ben Ankara’dayım. O tercihi kim yaptı? Neye göre yaptı? Bilmiyorum. E Blokta kardeşim ile beraber kalıyorduk. Hayat şartlarının bizi anne ve babamızdan ayırmasından mütevellit kardeşler birbirimize sarılmıştık. Kardeşlerimin varlığında güç buluyordum. Ankara dışına gitmek zorunda olmam beni kardeşlerimden de mahrum bırakmıştı.
11 yaşında ki bir çocuk için hiç konuşulmayan bu hadise derinlerde ciddi bir tranva yaşamama neden olmuştu.
Bir gün önce haber verdiler, yarın yola çıkıyorsun diye. İlk kez ayrıldım Ankara’dan. Hiç kimseyle vedalaşmadım. Kimse uğurlamaya gelmedi…
Doğu bölgesindeki farklı illere giden 7-8 çocuk ve iki görevli çıktık yola. En son durak Malatya Kız Yetiştirme Yurdu. Adıyaman da Kız Yetiştirme Yurdu olmadığı için yurt naklimi Malatya’ya göndermişlerdi. Bir dosya ve ben teslim edildik.
O yıl annem, bir kaza sonucu hayatını kaybetti. Ben tek başına yol boyu ağlayarak cenazesine geldim.
Bir yıl dayana bildim gurbet hayatına. Birinci yılın sonunda Ankara’da bir yatılı okula nakil istedim. Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara’da yer olmadığı gerekçesiyle olumsuz yanıt verdi. Yaz tatili nedeni ile Ankara da kalbiyolojik babaannemde kalıyordum. Bakanlığın yolunu suyolu yapıp defalarca gittim. Sonunda başardım. Zafer benimdi. Naklim Ankara’da bir yatılı okula alındı. Atatürk Çocuk Yuvasına ve kardeşlerimin yanına muhteşem bir şekilde geri döndüm.
Koruyucu aile sistemini çok önemsiyorum. Benim anılarım otuz yıl öncesine ait. Dilerim devlet koruması altındaki bugünün çocukları da bundan otuz yıl sonra koruyucu aileleri ile hususi arabalarında yaptıkları mutlu, neşeli seyahatlerini yazarlar. Her çocuk anne-baba ile büyümeyi hak eder.
Marguerite Yourcenar’ın dediği gibi “Çocuk bir rehinedir, sizi hayatta bağlar.”
Aslı Ece AYGÜN, 07/02/2021