Telefon

Öncelikle bu yazıyı okuyan, aynı yollardan yürüdüğümüz, kurum deneyimi yaşamış bütün bireyleri sevgiyle selamlıyorum. Anlatacaklarım 1994-2002 yılları arasında, Ankara ili Keçiören ilçesinde konumlanan Atatürk Çocuk Yuvasında yaşanmış anılara dairdir. Kurumda kaldığımız yıllarda, aile üyelerimizden uzak olmamızı gerektiren yaşam koşullarının ıstırabını bir nebze hafifleten telefonlar, onlardan gelen aramalarla, seslerini duymamızla, bizlere teselli oluyordu. Bizim kaldığımız kurumun telefon numarası 0 312 355 11 10’du. Dün Sosyal medya hesabımdan bu numarayı paylaştım. Devre arkadaşlarımdan irtibatta olduklarımın hepsi ve hocalarım numarayı unutmamışlar. Bizleri bu numaradan bir yakınımız aradığında önce santral düşerdi. Arayan kişi, hangi bloktan kiminle görüşmek istediğini belirtip o bloğa bağlanmak isterdi. İyi hoş arayan kişi, aradığı çocuğun hangi blokta, hangi katta kaldığını bilmese de o yıllarda kurumumuzda çalışan emektar santral memuremiz Zerrin abla hepimizin katını, bloğunu, dahili numaralarımızı ezbere bilirdi. Kendisi kalp gözü ile gören, fil gibi güçlü bir hafızaya sahip, zeki, esprili ve hoşgörülü bir ablamızdı.

O yıllar cep telefonlarının daha yeni yeni çıktığı, cep telefonu sahiplerini Vehbi Koç gibi zengin algıladığımız yıllardı. Hiç unutmuyorum C Blokta kalıyorduk. Yaz tatili döneminde başarılı kız öğrencilerden bir grubu İzmir-Çeşme Altın Yunus Oteline tatile götürmüşlerdi. (Bizleri misafir olarak ağırlayarak o yıllarda hayata başka bir perspektiften bakmamızı sağlayan otel yönetimine teşekkürler.) Grup Sorumlumuz Çocuk Gelişim Uzmanı Birgül ablamız ve Öğretmenimiz Neslihan ablaydı. Her ikisiyle de gönül bağımız ve irtibatımız hala devam ediyor. Neslihan ablanın o yıllarda cep telefonu vardı. Yıl 1999-2000. Nasıl havalı bir durum anlatamam. Beş yıldızlı bir otelde tatildeydik. Ben Öğretmenimin cep telefonunu elime alıp, ele güne karşı sanki benimmiş gibi dolaşıyordum. Artık ne kadar mutlu hissettiysem bu hadise, unutulmaz anlarım arasında yer etmiş.

C blok 12-18 yaş grubu kız çocukları olarak kaldığımız bir birimdi. Telefonumuz geldiği zaman, telefona cevap veren arkadaşımız, adımızı bağırarak, telefon diye anons ederdi, misal; 

–  “Filiz yada Fülüzzzz : ) telefon…”

 Denmesiyle koşarak orta katta ki hole gider, heyecanla telefona sarılırdık. Beni genelde ablam arardı. Diğer akrabalarımın araması nadir görülürdü. Aynı telefonun bir de öğretmenler odasında duran paralel telefonu mevcuttu. Bazı görüşmeler çocukların iyiliği açısından paralel telefondan görevliler tarafından dinlenirdi. Devletin verdiği harçlığımızı takip edip, elimizden almak isteyen akrabalarımız olmadı değil.Bu ve buna benzer nedenlerle bazı görüşmeler dinlenirdi. Kızların erkek arkadaşlarından gelen aramalar da öyle…  

Sonra ki yıllarda “takoz” diye adlandırılan cep telefonları yaygınlaşmaya başladı. Yurtta kullanılması yasaktı. O yıllarda belki de uymadığım tek kural gizli bir cep telefonumun olmasıdır. Lisede bir sınıf arkadaşım cep telefonunu satıp daha iyisini, yenisini alacaktı. Satmak istediği 2. el telefona ben talip oldum. Bedeli 30 lira. Panasonic marka. Bir de 0 535 ile başlayan kontörlü bir hat ayarlayınca ver elini özgürlük. Artık ablamla ve okuldan diğer arkadaşlarımla daha rahat haberleşiyorduk. Ta ki telefonum fark edilip, yakalana kadar…

Yurt sorumlumuz, sosyal hizmet uzmanı Zafer abiye kuşlar haber uçurmuş. Öğrenmiş telefonum olduğunu. Hemen beni yanına çağırdı. El koydu telefonuma, kurallara uymadığım için biraz kızmıştı. Yurtta bir arkadaşımın daha telefonu varmış. Sonraları öğrendik. Adı Fatma. Öyle pek fazla okuma alışkanlığı olan birisi değildi. Bir dönem elinde sürekli kalın bir kitap ile gezince dikkatimi çekmişti. Televizyon odasına girerken bile elinde kitapla gelirdi. Bir gün yurt kütüphanesinde Fatma’nın elinde gezdirdiği o kalın kitaba denk geldim. Kitabın ortası telefon şeklinde oyulmuş. Bizim kız kitabı, telefon taşıma ya da saklama aracı olarak kullanmış. Görüldüğü üzere kitapların faydası saymakla bitmez…

İzini olursa SHU Ayşe ablanın da o yıllara ait bir anısına değinmek istiyorum. Ayşe abla 0-6 yaş grubu çocukların kaldığı D Blok da görev yapıyordu. O birimde kalan birçok çocuğun hayatında, anne- baba figürü hiç yer almıyordu. Gruptaki çocuklardan birisi telefonla babasıyla konuşmuş ve diğer arkadaşlarına da çocukça bir edayla, özendirerek anlatmış beni babam aradı diye. Duruma içerleyen diğer bir çocuk beni neden babam hiç aramıyor diye sitem etmişti. Bu durum için çözüm yolu arayışına giren Ayşe abla, kurum çalışanlarımızdan en babacanı Rahmetli Kemal abiye durumu anlatmıştı. Kemal abiye “Sen telefonla bu çocuğun babası gibi konuşur musun?” diye sormuş. Kabul etmiş kemal abi de. O çocukla tıpkı babası gibi konuşup gönlünü almış. Ruhu şad olsun. Kendisi aynı zamanda içimizden bir çocuğu, evlat edinip, evinde “aile ortamında” büyümesine de vesile olmuş değerli biriydi. 

Çocuğun yeri sevgi ve saygı çerçevesi içerisinde kurulmuş aile ortamı olmalıdır. Bu nedenle “koruyucu aile sistemi” üzerinde durulması, geliştirilmesi çokça çalışılması gereken bir alan.Lise yıllarımda amatör olarak T.C. Kültür Bakanlığı Devlet Halk Dansları Gençlik Topluluğu’nda, dansçı olarak yer almıştım. Sanat Yönetmenimiz, Hocam Sadettin Bey bir gün kuruma beni ziyarete gelme nezaketini gösterdi. Kendisine kurumu gezdirirken, 4-6 yaş grubu çocukların olduğu, çocuk oyun odasına girdik. Yaklaşık 25-30 çocuk aynı anda kalkıp “BABA” diyerek, hocam Sadettin Beyin bacaklarına sarılmışlardı. Bu sahneyi ve bize hissettirdiklerini betimlemek gerçekten oldukça zor. Bir çocuğun aileye olan özlemini dindirmek için “Koruyucu Aile Sistemi” önemli bir rol oynuyor. Birde sevdiklerimizden haber almamızı sağlayan telefonlar… 

Sevgiyle kalın

Bu yazı Aslı Ece Aygün’ün Atatürk Çocuk Yuvasındaki  anılarına dayanmaktadır. 

Pozitif sosyal dönüşüm için bağışlarınızla destek olun. Bağış yapmak için tıklayınız.

Anahtar kelimeler: çocuk, aile, evlat edinme, çocuk yuvası, koruyucu aile sistemi.

Tavsiye Edilen Yazılar